18 Mart 2012 Pazar

Patrick Gününü Kutladınız mı?

Patrick Gününü Kutladınız mı?


Bir tanıdığım yazmış… Dün, 17 Mart, bazı gençler diyorlarmış ki "Bugün St. Patrick's Day, Taksim'de buluşup JJ'ye gidip bira içip kutlayalım" !!!

Ne kadar yazık! Ve yazıklar olsun... Bu herşeye ilgisiz gençlere, ve tabii her şeye ilgisiz yetişkinlere, kadın erkek duyarsız herkese..

Bize ne bilmemkim Patrick'ten... Yakında bara gideceğiniz Taksim, Beyoğlu kalmamış olacak.


Bilmemne barına gideceklerine dün (17 Mart) Saat 13’de zahmet edip Tünel’e gelselerdi… Taksim Platformu'nun düzenlediği sayısız STK'nın desteklediği ve katıldığı, Taksim Meydanı’na yürüyüş ve basın bildirisi vardı. Internet kullanıyor artık herkes, ve bu çok duyuruldu…
Çok daha fazla kişi olmalıydı dün… Onbinler, yüzbinler olmalıydı.

Bu Taksim ve civarını rant alanına çevirme projesi... Yeşili yok etme projesi.. AKM'yi, Gezi Parkı'nı yok etme, TAksim’e çıkan 6-7 caddeyi dalış tünelleriyle yürünemez hale ve çok çirkin bir görüntüye çevirmek. Bazıları da sanıyor kşi daha güzel olacak. Ya biraz okuyun, resimlere bakın, Internet önünüzde açık her dakika.

İleri sürdükleri trafik meselesi… Taksim civarındaki trafik ;İstanbul’daki birçok yerden daha kötü değil ki. Hiç değil.


Trafik (arabalar, metrolar, otobüsler), Paris’te büyük bir yarışma sonucu seçilen mimari projle yapılmış, şahane La Defense bölgesindeki gibi yer altına alınsa amenna.... Yer üstünde şahane büyük yürüme alanları, parklar, korular, havuzlar, fıskıyeler, heykeller, kafeler…. Gidip bir baksalar böyle yerlere, görgü ve bilgilerini artırsalar.




Taksim Meydanı’ndan Gümüşsuyu Caddesi’ne şu andaki giriş







Taksim Meydanı’ndan Gümüşsuyu Caddesi’ne bağlantının PLANAN şahane projedeki görüntüsü… Nasıl bir akıl bunu yeğler?



Ama bunların hiç bir şehircilik ilkesine uymayan tam bir vahamet örneği projelerinde
(ne kadar korkunç, dayanılmaz iğrenç olacağı Ankara'nın halinden ve temsili resimlerden belli. Ayrıca Harbiye, Maçka, Açıkhava T civarını yok ettikleri kupkuru Kongre Vadisi’ne ne demeli.. Oraya da çok üzlmekteyim. ÇOK YAZIK OLDU)
Taksim’e sayısız dalma tüneli yapılınca (bir tanesi bile korkunçken, her caddeye!, Taksim Meydanı'na bağlanan her caddeye!!! :(   )

1- Yaya olarak karşıdan karşıya geçemiyorsun

2- Paralel yürümek de hemen hemen imkansızlaşıyor. Çok dar koridorlar kalıyor dalma tünelinin sağında solunda… Hakikaten çok çirkin ve bir işlevi olduğu da asla söylenemez.

3- Görüntü ise bir çirkinlik abidesi, gerçek bir ucube. Ağlamak istiyor insan. Uzun yıllar sonra gittiğim, memleketim Ankara'da bu yaz, ağlamak istedim sürekli. Köstebek yuvası idi her yer... :( Çirkindi çok. Hem de yürünemiyordu.

Yetmedi sayısız AVM, site, villa, otel ve “rezidans” saçmalığı… Haydarpaşa… Hergün trenlere binen on bin kişi bile kılını kıpırdatmadı… Devlet ne yaparsa iyi yapar… Tevekkül… Artık sıra geldi Tarlabaşı’na, Taksim’e… Yağmalanacak, paylaşılacak yerler artık bunlar… Varsın ağaçlar, tarihi, binalar, tarihi doku yok olsun. Yeşile, dereler, limanlara, denize ne gerek var? Yaşasın beton beton beton!!!!

Öyle para hırsı bürümüş ki gözlerini, bizler anlayamayız. Dillerine pelesenk ettikleri gibi demokrat da değiller. Bazı “okumuş” kişiler hala bunları demokrasi getirdiler sanıyor ya ağzım açık kalıyor. Nasıl bir akıl tutulması! Bunların ve destekçilerinin demokrasinin d’sinden haberleri var mı? Hani topluma kulak vermek? Her konuda istediklerini dayatıyorlar, öyle değil mi? İfade özgürlüğü var mı? (Dağıtmayayım konuyu).

Yağmalayacağınıza gelişmiş ülkelerdeki gibi bir park, allah için, bir park yapsanıza.

Deprem için boş alan bıraksanıza.

Lüten TAKSIM’e sahip çıkalım.

Pek çok kişi festfudçular önünde aval aval bakıyordu yürüyüşçülere. Taksim ve Beyoğlu gidince orada olmayacak artık o insanlar. Bu kadar duyarsızlık bizim genlerimizde mi var???.... Yazık.

Filiz Eyüboğlu





11 Ocak 2012 Çarşamba

TÜRKSAT - Dert Kuyusu. CRM ve Süreç dersleri için vak'a örneği

*** Müşteri nasıl zorla rakibe kaybedilir? ****

Hemen her kurum özelleşti malum… Ama bu özelleşme ve o firmaların web siteleri yapmaları, iletişim / şikayet formları, müşteri hizmmetleri telefon no’ları koymaları sadece laf ola beri gele. Bunların HİÇ BİR işlevselliği yok, ve eski “devlet kurumu” mantığı ve düzeniyle çalışıyorlar.

Kablolu TV hizmeti veren TÜRKSAT‘ın bu kadar kötü çalıştığını bilmiyordum.

Artık kaç gün oldu unuttum (en az 1 hafta.. geçti belki de) kablolu TV yayını alamıyorum. Neyse ki uyduya da bağlıyız bir ara apartman yönetimi yaptırmıştı ama ben onu sevmiyorum, kablolu TV’yi izliyordum.

Bir süre kablolu TV yayını alamayınca 444 0 126′yı aradım, “bölgenizde arıza var, 2 saate düzelecek” dediler, iyi. Teyp kaydı değil, normal bir insan dedi bunu .

Birkaç gün geçti. Hâlâ yayın yok. Gene aradım. Geceydi, telefon açılıyor, gerekli tuşları tuşluyorsunuz çalıp çalıp susuyor. Boşa telefon parası. Oysa 7×24 çalışıyor olmalı, bir yerde öyle diyor.

Eskiden kimse yoksa telefon açılmaz, telefon parası vermezdiniz, ama şimdi bu 444′lü telefonlar baş belası, açılıyor, kaydı dinle dur, sonra kapanıyor, boşa telefon parası (abone oldugunuz hiç bir sabit ya da cep telefon paketi bunları içermiyor), ya da ÇOK bekliyorsun, kontörler atıyor o arada… birine ulaşırsak, o da lafımızı anlar ve yardım edecek düzeyde bilgi, akıl ve inisiyatife sahip ise şanslıyız.

Ertesi gün yine aradım. Hizmet numaramı telefonda tuşladıktan sonra teyp kaydı çıkıp “genel bir arıza var, 10 saat sonra düzelecek” dedi. Peki.

Günler geçti, yine aradım, gene aynı teyp kaydı. Yani bitmeyen bir 10 saat. Ve nasıl bir arıza bu günlerce düzeltilemiyor dedim içimden…

Günler geçti, yine aradım, dün faks da çekmiştim tabii arayan olmadı. “Yüce Devlet makamı” bir aboneyi arar mı? Bence mantık bu.

Şu anda tekrar aradım, ne de olsa 7X24 saat çalışan bir numara oldugu iddia ediliyor. “…..10 saat ….” diyen teyp kaydı yerine ses beni arıza kaydı bırakmam için operatöre bağlayacağını söyledi. Oh iyi dedim, konuşacak biri çıkacak karşıma.

Ama ne oldu? MEŞGUL çalıp çalıp sustu.

Tekrar aradım (tabii tüm bu aramalar para yazmakta) Bu ay bu no’yu aramaktan göçtüm.

Webden bazı işleri yapmak için şifre almak gerekiyor diye okumuş idim, onu alayım hem bakayım orada bir insan var mı merakına düştüm… O seçeneği tuşladım. Yine MEŞGUL çalıp çalıp sustu. Ve artık çıldırmanın eşiğine geldim.

Bu güya ÖZEL firmaların, eskinin “devlet kurumu” mantığından farkı var mı söyler misiniz?

Yayın yok, ama bana tam fatura kesecek. Web sitesi, faks, telefon ile bir muhatapa ulaşıp konuşamıyorsun. Sanki orada kimse çalışmıyor. Sanki bir Kafka romanındayım...

Ve adı 7×24 saat hizmet. Bu da yalan/yanlış beyan. Yani elle tutulacak bir tek noktalarını göremiyorum…

Şimdi ben kablolu TV’ye son vereyim desem telefona yine biri çıkmayacak…


Filiz.

Yukardaki mesajımı Internet'te dağıttıktan sonra bir arkadaştan gelen bir yazı da şu:

Türksat tam bir dert kuyusu. Sıkıntı bir tek o değil . Son 2-3 aydır binlerce Turksat mağduru icra dairelerinde hacizlerle uğraşıyor.
Turksat , ciddi sayıda bir abone topluluğundan alacaklı olduğu gerekçesi ile bir hukuk bürosu ile anlaşarak , alacaklarını tahsil amacıyla icra yoluna başvuruyor. Borçlu listeleri hazırlanıyor, hukuk bürosuna veriliyor ve icra dairelerinde binlerce icra dosyası açılıyor. Buraya kadar her şey normal, bir kurumun alacakları için yasal yollara başvurması kadar doğal bir şey yok elbette. Ama sorun burada başlıyor ve o listede sayısı bilinmeyen (belki de yine binlerce) gerçekte borcu olmayan abone de bulunuyor. Bunlardan birisi de benim. Tam 7 yıl önce abone olduğum adresten taşındım. Taşınırken bir Turksat abone merkezine gittim ve aboneliğimi sonlandırmak istediğimi söyledim. Abone merkezi sistemden baktı, elle yazılan bir makbuz düzenledi, bugünün rakamları ile 60 lira toplam borcu tahsil etti ve iptal sayfası açıldığında iptal işlemini yapacaklarını işlemin tamamlandığını söylediler. Aradan tam 7 yıl geçti ve geçen ay bana bir telefon geldi. Arayan Turksat’ın işlerini yapan hukuk bürosu idi ve 7 yıl önceden kalan borçlarım nedeniyle icraya verildiğimi, ödemezsem haciz için geleceklerini söylediler. Turksat’ı aradım, hukukçularla konuştum ama nafile. İptal işlemi sistemlerinde görünmüyor, 7 yıl önceki makbuz da yok artık , 2 yıl önce 5 yılını dolduran eski evrakları tasfiye ettim . Ben taşındığım için 2 yıl daha aboneliğim devam etmiş ve ardından otomatik sonlandırılmış. Üstelik bir tek ben de değilim. İlgililer ve avukatlar , her gün benzer yüzlerce telefon aldıklarını, listelerin eski sistemlerden aktarıldığını, eski makbuzlar yoksa yapacak bir şey olmadığını söylediler. Kendi avukatlarım da , abone olduğum adresten taşındığım ve ilgili dönemde hizmet almadığım gerekçesi ile dava açarak bu parayı tekrar geri alabileceğimizi ama önce ödeyip sonra da 1-2 yıl sürecek bir dava sürecini göze almamı en az bu kadar daha masraf edeceğimi söylediler. Sonuçta , iptal ettiğim bir aboneliğe ait, üstelik taşındığım için almadığım bir hizmetin bedelini 7 yıl geçtikten sonra tam 450 lira olarak ödemek zorunda kaldım. Dua et sen hiç olmazsa yarım yamalak da olsa kablo tv hizmeti alıyorsun. Aldığın hizmetin bedelini de ödüyorsun. Şikayetin ise bedelini ödediğin hizmeti olması gerektiği gibi alamamak. Bunda daha beteri hiç almadığın hizmetin olmayan bedelini, yıllar sonra icra masrafı, gecikme zammı avukatlık ücreti vs olarak ödemek. Sen sen ol aman iptal ettirme, ne olur ne olmaz 6-7 sene sonra katlamalı bedel ödemek zorunda kalabilirsin.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------

6 Aralık 2011 Salı

Afet Yönetimi nedir? Afet Yönetimi'nde çadırın yeri

Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu'nu TV'lerde iki kere dinleme şansına eriştim. Hiç bilmediğim şeyler öğrendim. Önemli. Onun söylediklerini italikle yazıyorum.

Afet Yönetimi, afet olduktan sonra yapılacaklarla ilgili değil. Afet'in olmaması için yapılacaklarla ilgili. Bizde afet yönetimi denince arama-kurtarma çalışmaları ve çadır dağıtma anlaşılıyor. Dünya'da afet yönetimi'nde çadırın yeri yoktur. Son Japonya depreminde bir tek çadır gördük mü?


Japonya'da bir eve yerleştiğinizde elinize bir kağıt verilir; bu kağıtta afet anında hangi okula, sınıfa gideceğiniz, barınacağınız yazılıdır. Okullar depremde yıkılmayacak şekile yapılmıştır.

Muazzam bir organizasyon. Ve okulları en büyük depremde bile yıkılmayacak dayanıklılıkta.

Bizde başta okullar, yurtlar, hastaneler,kamu binaları yıkılıyor, yerle bir oluyor, kadayıf oluyor. Ayıp değil mi bu?! Devlet bu mudur?? Ölüme sebebiyet veren, göz göre göre sebebiyet veren bir devlet!:(

Milyonların önünde biri nihayet sorabildi: Şimdiye dek toplanmış olan ve hala toplanmakta olan milyarlarca lira deprem vergileri nereye gitti? Cevap aldı mı, alacak mı?

Demokrasilerde devlet şeffaf olur ve vatandaşın da herşeyi sorma, sorgulama hakkı vardır. Ama bizde bazılarının zannetiği gibi demokrasi falan yok.

Kadıoğlu'nun şu anlattaıkları da ÇOK önemliydi ve acıklıydı. Geçen sene çıkan numarasını unuttuğum afetlerle ilgili yasada büyük eksiklikler varmış:

Lojistik yönetimi yani yardımların nasıl toplanacağı, nasıl dağıtılacağı yasada hiç ele alınmamış. Bu çok önemli, gördük işte günlerdir, para ve yardım akıyor ama tam bir kaos hakim, dağıtımda organizasyon yok. Kim/hangi kurum ne yapar, neyden kim sorumlu belli değil. Görev, sorumluluk, yetkiler belirsiz, belirlenmemiş.

İnsan gönül rahatlığıyla yardım yapamıyor... Bilemiyorsunuz nereye gidecek??? Yine...

Koskoca şirketlerimiz, üniversitelerimiz, organizasyon, planlama yapmayı çok iyi bilen kişi ve kurumlarımız var ama bir afet anında bunlar en ufak bir şekilde yapılamıyor. Deprem bölgesi bir ülkede hala çürük binalar yapılmasına izin verilmesine isyaynım kadar, dağıtım işindeki acizlilğimiz, iş bilmezliğimiz içimi acıtıyor, kahrediyor.

Bir kamyon yollanıyor bölgeye. Kamyoncu ne yapsın, yere bile bakmadan battaniyeleri aşağı savuruyor, aşağıdakiler itişip alıyor.... İlkel görüntüler. Japonlar vakurla, sabırla, sakin, tek sıra halimnde kuyruklarda bekliyorlardı, tüm Dünya gibi biz de takdirle izlemiştik...

İhtiyacı olmayan da çadır almaya çalışıyor hem de üçer beşer... Böyle bir milletiz kabul edelim. 3000 bina yıkılmış, 120 bin çadır isteniyormuş! Sonra da deniyor ki çadır stokumuz azmış, HAYIR.

Özetle,

1- Binalarımız hala, hala, ve halka çürük yapılıyor. Bunları yapanlar ve izin verenler cinayetten yargılanmalı. Yabancı filmlerde görüyoruz, birisi birisini silahla öldürürken yanında birisi korkudan kalp krizi geçirise, o kişi 2 kişi öldürmekten yargılanıyor. Biz de adam öldürmek neredeyse serbest.
2- Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu daha çok davet almalı, konuşturulmalı, en azından kamuoyu bilgilensin (devlet biliyor da aldırmıyor).

3- Afet Yönetimi'nde çadırın yeri yok(muş). Çadırda altyapı yok, ısınma zor, yangınlar çıkabiliyor.

4- Okul gibi binalar öyle sağlam olmalı ve ayakta kalmalı ki evsiz kalan halk oraya yerleştirilsin (Japonya'da oldugu gibi), çadırlara değil.
5- Yağma ve hırsızlık yapanları --böyle bir ortamda-- , ihtiyacı olmadığı halde çadır alanları lanetliyorum.... bu insanlıktan uzak fırsatçıları.

ENKAZ KALKSIN VAN'DA VE HER YERDE ÇÜRÜK BİNALAR YAPILMAYA DEVAM EDİLECEK. Kaç yüz sene var acaba bu zihniyetten vaz geçmemize, akıl ve bilim yolundan gitmemize?

Bari İstanbul'da mahallerde birazcık birazcık boş, yeşil alan bırakılsın, ey Belediyeler, deprem geldiğinde bunca insan NEREDE DURACAK??? BIRAKIN ÇADIR KURACAK YERİ AYAKTA DURACAK YER OLACAK MI DİPDİBE BİNLERCE BİNANIN OLDUĞU İSTANBUL'DA. ARAÇLARIN, AMBULANSLARINSA ZATEN GEÇECEK YERİ OLMAYACAK, ŞU HALDE BİLE GEÇEMEZKEN İTFAİYE, AMBULANS.....

Adamsa övünüyor, bir sürü beton dikmiş: "Şu arkamdaki arazi bir kaç ay önce bomboştu, şimdi doldurdum". Sanki orman yapmış. Toprağı yok etmiş, betonlar dikmiş, övünüyor.. Birileri de onu alkışlamakla meşgul. Çok meraklıyız betona, yüksek yapılara, toprakta bir karış yer bırakmamaya....

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Otellerin Web Sayfalarına Dikkat! - Bozburun Bosprina Otel

Daha önce milliyetblog'da yazdığım bir yazı vardı: "Web'den otel seçimi" başlıklı. Bir kez daha aynı konuya değineceğim, bu sefer daha radikal olarak...

Günümüzde hemen her işimizi Internet ile yapıyoruz, tatil için bir yerler ararken de.

Kaç deneyimden sonra ben artık Web'den otel, pansiyon, vb seçmemeye karar verdim. daha doğrusu bakıp fikir alabilirim, rezervasyon da yaptırabilirim, ama rezervasyonu kesinleştirmek için para havalesi isterlerse bunu yapmam. Sizlere de yapmamanızı tavsiye ederim. Çünkü bazılarının kendilerine çeki düzen vermesi gerekiyor. Neden?:

Web sitelerine koydukları fotoğraflar çok ustalıklı ayarlarla çekilmiş oluyor. Örneğin, ufacık bir havuzun ya da odanın veya bahçenin büyük gösterilmesi gibi. Çok yanıltıcı oluyor. Veya, hoş bir köşeyi çekiyorlar bahçeden, aman ne şirin ne bakımlı diyorsunuz ve resmin tamamı kafanızda aynı hoşluk ve temizlikte bir yer olarak tamamlanıyor, ama gidip gördüğünüzde hayal kırıklığı olabiliyor. Bunu Küçükkuyu'da yaşadık. Küçük bir tesisti. Web'de doğa ile içiçe, doğal... diyordu. Tabii "doğal" deyince bakımsız, pis olarak düşünmemiştim. Kim düşünür ki!

Her taraf  bakımsızdı, sağa sola eski eşyalar, tüpler, leğenler atılmıştı (yığılmıştı). Otlar motlar bakımsızdı. Pejmürde bir yer idi. Ben böyle yerleri sevmem. Aşırı görsel olduğumdan her detayı görürüm ve rahatsız olurum. Yerin sahibi , megalomanisi fazla bir kadındı. bazı müşterileri orayı çok beğeniyor, ama biz rahastız olduk diye bozuldu, bize sırt çevirdi ve selam sabahı kestiydi... Nasıl işletmecilikse bu!

Kısacası Web'deki fotoğraflar çok yanıltıcı oluyor; fotoğraflardakinden daha küçük, daha bakımsız, daha pis yerlerle karşılaşmak çok olası.

Ama son rastladığım örnek... hiç böylesini görmedim. Web sitelerine gerçekte olmayan resimler koymuşlar.!!!! Bu olay Marmaris Bozburun'da yeni açılmış bir otelde oluyor; Bosprina Otel. Rezervasyon için de bir gecelik para istemişlerdi. 130 TL havale etmiştim. Oraya vardığımızda her şey beni o kadar rahatsız etti ki, çıkıp başka yer aradık, süper yerler vardı. 130 TL'mizi yakıp başka yere geçtik. Herşeyden evvel, Web'e koydukları oda resimlerinin gerçek odalarla yakından uzaktan ilgisi yoktu ve odada bavulu koyup açacak yer parçası yoktu). "50 m ötemizdeki plaj" diye gösterdikleri süper plaj görüntüsüne de çok kanmıştık; 50 m ötede çok bakımsız, çöp içinde, 3-4 kırık şezlongun olduğu, plaj girişinde onlarca çöp konteynırı ve büyük çöp torbalarının olduğu bir "plaj" vardı... Resimler bambaşka idi... O resimleri görünce hemen orada olmak istiyordu insan....

Sonradan bu insanlara eposta atıp kınadım, oraya ait olmayan fotoğraflar koyarak insanları yanıltmalarının suç olduğunu, Web'de söylenen şeylerin taahhüt olduğunu belirttim... Çoook uzun cevap yazmışlar. Alınmışlar. Resim konusuna hiç değinmeyip, ona bir açıklama getirmeyip (buna ne açıklama yapılabilir ki zaten!) biz Bozburun'u çok sevdik de buraya taşındık, iyi şeyler yapmaya çalışıyoruz... gibisinden duygusal bir eposta atmışlar...

Bu tip insanlarla/tesislerle yasal platformda uğraşmak gerek ama Türkiye'de bunlar uzun işler hele ki milyon tane çok ciddi sorunumuz varken...

Demem o ki, otellerin (büyük, ciddi, adı sanı olanlar hariç) Web sitelerindeki resimlere şüpheyle yaklaşın ve para havale etmeyin.

Ha benim kadar titiz değilseniz, umduğunuzdan çok farklı, çok bakımsız, çok rahatsız yerlerde herşeye rağmen rahatsız olmam ben diyorsanız, o zaman sorun değil sizin için.

Ancak unutmayalım: Bir firmanın, bir kuruluşun web sitesinde ya da broşüründe yazdığı şeyler taahhüttür ve doğru/gerçek olması gerekir.

31 Mayıs 2011 Salı

Kelimeler Yetersiz

Üç yaşındaki çocuğunu güya halıya çiş yaptığı için nacak sapı ile kafasına vurarak öldüren kadın, erkek arkadaşına seslenip "bunu ayılt" diyor. Adam çocugu ayıltmak için havada sallayıp sallayıp ayıltamayınca (!) yere fırlatmış.

Bunlar nasıl canavarlar? Bunlara daha uygun bir sıfat bileniniz var mı?

Birileri bunları linç etse, haksız mı olurlar?

Sonra nedense - bir çukur açıp gömmek yakışırdı bunlara- hastaneye gidiyorlar, hayatı boyunca sevgi sefkat görmemiş zavallı bebeğin üç yaşında beyin kanamasından öldüğü anlaşılıyor. Vücudunda yanıklar; daha önce kaynar sular dökülmüş.... Midem bulanıyor... Nefes alamıyorum.

Polis arabasına götürülen anne olacak kadın sınır olan 70'in de altında IQya sahip bir yüze ve duruşa sahip bir geri zekalı gibi... Ve de bir canavar psikopat. "Çocuğunu neden öldürdün?" diyen muhabire cırtlak bir sesle "sana ne!" diyor. Ne üzgün, ne pişman.

Adama dikkat etmedim... İkisine de ömür boyu hapis verilmeli. Kendi çocuklarına, 3 yaşındaki bir bebeğe böyle yapanlar, başkalarına neler yapmazlar.

Hayatta içimi kötü yapan çok şey var. Ama çocuklara işkence ve öldürme midemi kaldıran, günlerce aklıma takılan, kesinlikle anlayamadığım bir şey... Duygusuzluğun, o çocugu o kadar anlayamamanın, ağladığı, çiş yaptı dövmenin nasıl bir şey olduğunu anlayamıyorum. Beynim almıyor. Ağladı diye kaynar su döktüğünüzde o çocuk susar mı? feryat figan daha çok bağıracak, içler acısı sesler çıkaracak... Buna yürekleri nasıl dayanıyor... Bu tip insanlar nasıl örnek olur, nasıl eğitebilirler o çocuğu? Allah bu kadına neden çocuk vermiştir? Çocuk için çırpınan milyonlarca kadın varken?

Bu bakımdan tip davranılan, beyinsel, ruhsal ve kişilik olarak gelişmeleri imkansız, feci yaralı çocuklar için "kurtuldu" da denebilir:( :( Böyle insanların yanında bırakın sevgi şefkat görmeyi, sürekli aşağılanarak ve işkence görerek, nasıl bir insan olurdu??? Kendine çok güvensiz, cahil, eğitimsiz, doğruyu eğriyi ayıramayan bir zavallı ya da belki bir psikopat.

Beni en kötü, çok kötü yapan yapan suç türü bu... Kadına vahşet ve şiddet ile aynı sırada...

12 Ekim 2009 Pazartesi

Taksi Meselesi

Sizleri bilemiyorum ben çeşitli "taksi" içerikli mevzularda taksicilere hak vermiyorum. Bana kızacaklardır, kusura bakmasınlar, ben de onlara kızıyorum ve mümkün mertebe taksiye binmiyorum, metro ve otobüs kullanıyorum, gidecegim yer yakınsa yürüyorum...

1- Hava koşulları ne olursa olsun, gideceginiz yeri beğenmeyip sizi almayan (ıssız bir yerde ya da eli kolu dolu ya da yorgunluktan hastalıktan sürünüyor bile olsanız) ya da binmiş bile olsanız sizi indiren onlar. (Dünyanın neresinde böyle bir keyfilik var?)

2- Yer yakın diye yine almayan, indiren ya da söylenenler onlar... İşi var diye şükretmeyen bir grup bunlar. Kar kış yağmur soğukta sıcacık arabada gez, müzik dinle. İş bulamazsam (özel) şoförlük yaparım diye aileme hep söylerim, ben sıkılmam trafikten çünkü....

3- Gitmek istediğiniz en beylik, bilindik caddeleri, sokakları bilmezler. Yol boyu direktif verip duracaksın. Sırtını yaslayıp rahat rahat oturup gitmek söz konusu değil: "Saga dön. Kavşaktan sola dön... " gibi konuş dur takside... beni en sıkan kısmı işin...

4- Gece tarifesi ne demekti? Gece benzin daha mı pahalı??? Bunun mantığı neydi?

5- Kuru, güneşli havada trafikteki arabaların yarısından çoğu sarı... yollar bunlarla dolu. Durmaları gerektiğinde de sağa yanaşma yok. Haşa, racona uymaz... ya da sağa yanaşmak çok zor.... Yol ortasında dur, yayaları ve diğer arabaları engelle... Trafik sıkışıklığına katkı, ama buna mukabil

6- Azıcık yağmur, kar çiselese ara ki taksi bulasın! :( Böyle bir keyfilik, istediğin zaman mesaiye son vermek, hangi meslekte var?
Peki.. hiç bir iş kolunda olmayan bu rahatlık, gevşeklik, işi bilmeden işi ifa etmeye kalkışma (yolları bilmeme, sinyal vermeme, vb...) neden? Ve de son günlerde "korsan hayır" dedikçe taksiciler, çok merak etmeye başladım: her alanda istenen, teşvik edilen rekabet, neden taksicilik alanında yok??? (evet pek çok alanda; kitap, müzik, yazılım... korsana hayır, sanata, emeğe, saygı!) Bana göre rekabetin tam da olması gereken bir alan ulaşım alanı. Bu olsa, fiyatlar düşüp takisiciler daha özenli olmaz mı?! "Yok oraya gitmem, buraya gitmem" demekten vaz geçmezler mi??? Caddeleri, sokakları ve büyük binaların, kurumların yerlerini öğrenmezler mi? Yağmurda karda yok olmak yerine çalışmaya devam etmezler mi? Korsan meselesi açılınca diyorlar ki biz milyonlarca lira plaka parası, vergi veriyoruz.  E peki neden müşteri almıyor ama boş boş geziyorsunuz? (Bu arada, korsan taksiye binen biri değilim).

1 Nisan 2009 Çarşamba

Bizim kuşağın yaşamı böye geçti.... :(


Bütün hayatım, yolsuzluklar, geri gitmeler ve mantıksızlıklar içinde debelenen bir ülkede geçti:(

Oğlum doğdundan beri ise, yaşamakta olduğum İstanbul ve doğduğum büyüdüğüm şehir olan Ankara Büyükşehir Belediyelerinde AKP zihniyeti var.

Benim çocukluğumun, gençliğimin, eğitimli, kültürlü, aydın, Atatürkçü Ankarası NASIL bu hale geldi :( Nasıl?... Kabullenmek zor... Ankara'ya yirmi yılda sadece bir iki kere gelmiş (bir 5 sene önce bir sınva için günü birlikti) ve dayanamamış; İstanbul'dan hep nostalji ile anımsadığım şewhrimden adeta göz yaşalı içinde kaçmıştım. Karşıdan karşıya geçilemeyen bir Kızılay, kaba saba demir zincirler, sular... niş bir görüntü... Zihniyetleri elbette incelik, zerafet, estetik içermiyor. Yok bu kavramlar akıl, zihin ve ruhlarında.. :( ODTÜ'ye kadar olan yol uçuşan kağıt, naylon torba, pet şişe vb çöpten geçilmiyor... berbat ve devasa bir şantiye görüntüsü... Hala öyle mi?

Tüm Türkiye'de AKP'ye oy vermiş kentler kıyı kesimlere, İstanbul'da AKP'nin kazandığı ilçelerde oturanlar CHP'li ilçelere bakıp "yaa bunların evleri, binaları, yolları, kaldırımları, parkları çok daha güzel, sokaları temiz, bizimkilerden çok farklı, demek ki bir yanlışlık var" demezler mi?? Farkı göremiyorlar mı? Anlaşılan o ki "farkı görebilmek, farkındalık" da önemli bir beceri...

Bir gazeteci de çıkıp demiş ki "Eğitim sistemi bozuk ki eğitimli kesimler AKP'ye oyu vermiyor" Tebrikler. Bu kadar mantık dışı, akılcılıktan uzak bir çıkarım yapılabilir! Yazık o kafaya. Evet eğitim sistemi bozuk. Çağa uygun, aydınlık, bilimsel olsa böyle olmayacak zaten! "

Seçim sistemini kabullenmek de zor... Bir tek oy bile fazla alan belediye başkanlığını kazanıyor.... Diyelim yüzde 30 almış, kalan yüzde 70 onu istemiyor; farklı partilere oy vermişler.. ama 30 alan herkesi idare ediyor....

Sonra... oylar nasıl kaybolur??? Sorumlusu sandık başkanı değil mi? Kayboluyorsa o kişi hakkında takibat açılmaz mı? Ona sorulmaz mı? Öyle şeyler yaşanıyor ki ülkemizde insanın aklı almıyor... Bu kişiler nasıl bu kadar rahatlar ki sandığı çalınıyor, oy çalınıyor, yakılıyor ama rahat rahat geziniyorlar etrafta... hakikaten akla ziyan.

Görünen o ki benim dönemim farklı hiç bir şey göremeyecek... :( :( :(

28 Mart 2009 Cumartesi

Helikopter kazası: Bizim Habercilerimiz

27 mart 2009
Artık dayanamadım yazmak istedim... Tv kanallarını kumandanın ileri tuşuyla geziyorum. Alt yazılar şöyle:
Kurtulan yok
3 ceset bulundu, 3 kişi sağ
4 ceset, 2 kişi sağ
5 ceset bulundu.

Az sonra Sn. Yazıcıoğlu vefat etti. Bir diğeri, "Yazıcıoğlu kayıp"...

Gelişmiş ülkelerde böyle oluyor mudur? Sanmıyorum. Oralarda yetkili tek bir merci yapıyor bu tip açıklamaları...Belirli bir kanalı değil eleştirmiyorum. Doğrulanmamış "haber" veren hepsini eleştiriyorum. Ve çok garipsiyorum. Habercilik böyle bir meslek midir? Diyecekler ki "halkı bilgilendirmeye çalışıyoruz". Hayır. Yaptığınız bu değil. Doğrulanmamış haber/bilgi halka sunularak habercilik mi yapılır? Ben habercilik konusunda eğitim almış biri değilim. Birisi beni ve herkesi bilgilendirirse sevinirim. Habercilik, onun bunun verdiği, teyit edilmemiş, olasılıkla doğru olmayan bilgileri doğru ve kesin gibi sunmak mıdır? bir acele telaş... saat doldurmak, izleyici toplamak için???

Şu da çok traji-komikti... Bizim mantık silsilemizi gösteriyor... Biri spikerle de telefonda konuştuğu kişi arasında şu diyalog geçiyor..
- Bu verdiğiniz bilgi doğru mu?
- Evet kesinlikle doğru. Ama teyit edilmedi...... !!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Yorum yapmama hiç gerek yok, tv başındaki herkes her gün bunlara tanık oluyor. Uçak kazasına da aynı şey oldu. Hollandayı çok eleştirdik ama ölüler yaralılar sağlar tam olarak tespit edilmeden kimlikleri belirlenmeden tek bir açıklama yapmadılar... Yabancı ülkeleri habire "örnek" alıyoruz; iyi taraflarını alalım....

Şunu da eklemek istiyorum. Son derece rahatsızlık verici bir kadın spiker, değerli bir konuğunun (emekli hava kontrolörü imiş) SÜREKLİ sözünü kesiyor. Bu kişi hep bunu yapıyor... O konuğu neden çağırdınız o zaman? Bu kadını gördüğümde zaplıyorum.. ben onun söz kesme iticiliğini değil o değerli konuğun bir uzman olarak verdiği doğru geçerli tam da konuya istinaden verdiği bilgileri açıklamaları duymak istiyorum ki kadının sorduğu soruya cevap veriyor uzman, konuyu saptırmadan, uzatmadan, alaksız şeyler anlatmadan... Spiker sorduğu soruya verilen cevabı dinlemeden aklına esiyor hemen başka birşey sormak üzere konuğun lafını kesiyor... Bu nasıl bir programcılık ve nasıl bir -kusura bakılmasın- terbiye?

Filiz Eyüboğlu

4 Şubat 2009 Çarşamba

Cep Telefonuyla Gelen İletişimsizlik: İnsanı Yok Sayan Davranış

Önce cep telefonlarının, daha sonra arayan numaraların görülebildiği sabit telefonların ortaya çıkmasıyla insanlar bazı telefonları açmaz oldular. Bir kadının bir kadın arkadaşının telefonunu açmaması pek beklenemez. O anda feci yoğun değilse... ya da trafikte değilse... Zaten açamasa bile sonra muhakkak geri döner, arar. Aynısı erkek - erkek ilişkisinde de geçerli olsa gerektir. İş ilişkisi oldugunda da evet zaman zaman açmayabilir insanlar (arayan alıcı falansa!!:)) Ama arayan şirket cep telefonu olasılıkla sizin cep telefonunuzda kayıtlı olmadığı için, arayan numarayı tanıyıp da açmama durumu pek olamaz.

Benim kendi deneyimlerim ve kadın arkadaşlarımın deneyimleri, erkeklerin bir zaman, hatta çok yakın zamanda, hatta dün ilişkilerinin olduğu kadın/sevgili aradığı zaman eğer artık kadından "sıkıldılarsa"- telefonu açmama . yönünde... Bu artık o kadar ÇOK oluyor ki bu konuda yazmak istedim.

Bu çok korkakça ve nezaket dışı bir davranış... Erkeklerin sözel yanlarının kadınlarınki kadar olmadığını beyin araştırmalardından biliyoruz. Ancak telefon açmama davranışının sözellikle hiç alakası yok. Tam bir nezaketsizlik ve saygısızlık. Artık o kişi ile görüşmek istemiyorsanız açar, bunu söylersiniz... Sessizliğe bürünerek tüm o yaşanmışlıklara ve herşeye saygısızca davranmak, ne kadar içe sinebilir?

Bu davranış biçiminin diğer ülkelerde de olup olmadığını merak ediyorum doğrusu..
Geçen (19. kasdediyorum) ve daha eski yüzyıl ilişkilerine bakıldığında (film, roman, tarihi yazılardan), bir insan diğerine ancak mektup gönderebilmekte; aynı şehirde yaşıyor bile olsalar, çünkü telefon yok... bir hizmetçi bir görevli ile mektup elden gönderiliyor... Mektubu alan kişi de bir kaç satır yazıp aynı hizmetli ile cevap gönderiyor. Bizden daha medeniler... saygılılar... Ya da kalkıyor o insana kendi gidiyor...

Giderek iletişim araçlarının sayı ve çeşidi ve sağladıkları olanaklar artmaktayken, insanlar arasında yaygınlaşan bu telefon açmama davranışı ki giderek tutum halini almakta, ilişkiye dair iki kelam edememe cesaretsizliği, iletişimi azaltıyor, çok ironik olarak. Yani, araçlar, olanaklar artıyor ama iletişim azalıyor, kopuyor..

Bir insana cevap vermediğiniz, onu yok saydığınız zaman, ona en dayanılmaz acıyı yaşatıyorsunuz. Bu, psikoloji kitaplarında yazıyor.... Bu acıyla insan daha çok arıyor, daha çok mesaj atıyor, belki bu sefer bir kelime yanıt alırım şeklinde artık tamamen mantığını kaybetmişcesine. O noktada rasyonel ve mantıklı düşünme kalmıyor gerçekten de; beynimizin ilkel kısımlarıyla arıyor, mesaj atıyoruz aklımıza mantığımıza söz geçiremeyerek... Cevap vermeme davranışına sahip dolayısıyla aslında sevgi ve saygıyı hak etmeyen kişi de olasılıkla daha çok korkma ve saklanma moduna giriyor...

Peki, tüm bu sıkınıtılara NE gerek var? Paşa paşa telefonu açıp bir kaç cümle edilse ne olur??? Herkes için daha acısız olmaz mı? Ne dersiniz?

Metrobüs: Ortadan Yarılan Otoban

E5'ten her geçişte metrobüs isimli otobüs ve onun özel yoluyla yaratılan inanılmaz çirkinliğe, kilometrelerce yol boyunca otobanı karnıyarık gibi yarıp ortasından -taa eskiden vazgeçilmiş otobüs yolunun geçirilmesine, belediyenin Istanbul'un tek ve sonsuza kadar sahibiymişcesine yarattığı ve neredeyse geri dönüşü oldukça zor çirkinliğe dayanamıyorum:( Biliyorum pek çok insanın çok işine yarıyor, Tüyap'a giderken ben de kullandım. Ama:

1- Yollar daraldı; hatta şeritler de... Sürücüler mutlaka farkındadır şerit genişliği azaldı. Dolayısıyla yan şeriteki arabalar da siz de hızlı gitme niyetindeyseniz, bu olamıyor. Dikkatli olmak gerek. Azıcık yalpalamada yandaki araca değebilirsiniz...

2- Dünyada otobanının ortasından otobüs yolu geçen bir ülke bilen var mı???

3- İnanılmaz bir görsel kirlilik. Son derece çirkin. Kilometrelerce demir... Üst geçit, üst yol, direk.... Bu çirkinlikle mi "Avrupa kültür başkenti" olunacak? O da ne demekse! İstanbul'un böyle bir betimlemeye ya da ünvana ihtiyacı mı var???

4- Cevizlibağ civarındaki "göksel daire" başka ad bulamadım. Çirkinlik ötesi bir nesne. Ve çok tehlikeli duruyor. Hem metrobüs denen otobüs hem de alttan geçen araçlar için.
5- Bir belediyeye nasıl oluyor da tüm insanlığa ait İstanbul gibi bir kenti böylesine KESİP BİÇME, mahvetme, çirkinleştirme hakkı verilebiliyor? Bu hakkı onlara kim verdi? ve kim onay verdi?

6- Dünyada ve Türkiye'de o kadar çok haksızlık, çirkinlik, yolsuzluk, dayanılmaz olay var ki zaten genelde tepkisiz bir ulus olarak artık hiç birine sesimizi çıkaramaz, sadece oturup sesizce seyreder olduk...:(

Boğaziçi köprüsünden karşıya gidip geldim bugün ve bir kez daha inanamadım kilometrelerce otobanın yarılmasına, ve kimsenin ses çıkarmamasına, ve bunu yapanların "cesaret"ine, zevksizliğine... Merak ediyor insan bunların hiç mi şehircilik, ulaşım, vb. uzmanları yok, ya da hiç mi gelişmiş ülke kentlerini incelemezler.... Buna harcayacakları çabayı yer altından gidecek raylı bir sisteme harcasalardı da tüm İstanbullular tarafından iyi duygularla anılsalardı!